30 Ekim 2011 Pazar

bir başka sabah. durup düşün egemen.

bir başka sabah.
durup düşün egemen.
yada bir an olsun durup düşünme.
aslında hep senin meleğin değildim sadece,
kendi meleğim olmayıda denedim.
gitmediğimde oldu yanımdan, yalnız bırakmadığım,
bazı cümlelerin sonundan, bitirdiğimde oldu cümlemi.
hep yalnız değildim, bir an olsun durup düşün egemen.
nerde yattın güzellik uykuna,
unuttuğun kokunla ilk nerde hissettin sonuna hazır olmayışını
nerde düşürdün zaten güçsüz kanadını,
nasıl kaldın böyle bir başına.
aslında hep senin koyuluğun gölge düşürmedi sadece,
kendi karanlığımdada kayboldum.
ses getiren sevişmelerimde oldu, hatırlamadığım.
gidişine olan isyanlarımda oldu, sessiz sedasız.
hep böylesine sıradan değildim.bir an olsun durup düşünme.
nerde boyandım eski rengime.
hangi havalı hayal bıraktı beni böylesi bir gece içine
durup düşün egemen.
aslında hep kendini unutmak isteyen sen değildin sadece
kendimi unutasımda çok oldu.
bazı günleri sonundan, bazı günleri başından unuttuğum oldu
hatırladığımda oldu, bir kenarda sakladığım.
hep senin değildim.bir an olsun durup düşün.
nerde dokundum geçmişe,
hangi hatıradan girdim bu karanlık tünele
durup düşün egemen.
aslında hep senin gülen tarafın değildim sadece,
bende gülmeyi denedim.
gözlerimden anlattığımda oldu gülmeleri,
ellerimle sıkı sıkı tuttuğumda.
bir an olsun durup düşünme.
neden güzelleşti gülüşlerim bu kadar.
neden gülmemişim şimdiye kadar.
durup düşün egemen.
aslında senin rüzgarın değildim sadece,
kendi rüzgarımda olmayı denedim.
düşüncesiz atlayışlarım oldu yarlardan,
kırılmadan önce, kırıp düşürdüğümde oldu
uyuduğum oldu, huzurluca, benzersiz kaç defa.
bir an olsun durup düşünme.
ben nerde düştüm, çok derin değil mi bu diye.
düştüğüm çukurlardan beni kurtarabilcek bir adam var ama nerde diye.
durup düşün egemen.
bir başka sabah.üşüdüğüm doğru.
bir an olsun durup düşünmek istedim.
ellerim neden sıcak hala.
kendi güneşinin varlığına inanan insanlardanmıyım hala.
durup düşün egemen
neden konuşmuyorum kendimle
küstüğün kendin, barıştığın sen, barıştıranda ben aslında...

22 Eylül 2011 Perşembe

Coktan...

Yarını unutmuş, geçmişi çoktan..
Bugüne ağlamakla yada gülmekle başlamakta kararsız kalp, kendini unutmuş çoktan..
Bugüne aşık, kendine çoktan..
Geçmişe umut, yarına özlem duyabilecek kadar kafası karışmış bir beden, mora vurmuş çoktan..

eg

kayd

Gecelerin üstüne yazalım, kaç ölü ten bıraktığımızı,
Ya da yaşarken kaç rüya gördüğümüzü sayalım.
Kaç hayale umut bağladığımızı..oturup kaç köşede ağladığımızı
Yaşlanırken bir kere de yalanımızı hatırlamayalım, çocukken ki masumluğumuzu
bir kere de gidelim geçmişe, hatırlamaktan çok yaşayalım kahrolduğumuzu.
Evet son olmayalım ilki de seçmeyelim
dün gibi olmaktan çok, bugünde yaşamak için sonlandıralım geçmişi.
daha özlemeyelim gelmeyecek yarını.
gülmeyelim üzüntülere, ağlamayalım sevinçlere

18 Eylül 2011 Pazar

Bir Baska Sabah

bir başka sabah.üşüdüğüm doğru.
bir an olsun durup düşünmek istedim.
ellerim neden sıcak hala.
kendi güneşinin varlığına inanan insanlardanmıyım hala.
durup düşün egemen
neden konuşmuyorum kendimle
küstüğün kendin, barıştığın sen, barıştıranda ben aslında...

4 Eylül 2011 Pazar

Manasını üzerine oturtmakta yeterince olgunlaşamadığım bir şey

    Ne zaman kendimi çaresi hissetsem, birşeyler okumaya muhtaçmış gibi.. zorlanmadan, okudugumu hemen anlayayım diye, ya da defalarca zaten okuduğum şeyi anlamamın daha kolay olduğuna olan güvenimden açıp mum aleviyle oynayan kedinin öyküsünü okuyorum.ya da az önce seçenekler arasında saymadım ama, belki de bu yazı bana normal hayatta tadamadığım bir duygu tattırıyordur.mesela şefkat duygusu yada arzu.. ya da özlem..umarım ne dediğimi anlamışsınızdır.mum arzuyu, kedi şefkati, aralarında ki ilişki ise özlemi çağırıştırıyor bana.hangisi olursa olsun ben o yazıyı okuduktan sonra tatmin olmuş bir şekilde masadan kalkıyorum.o yazı eger bana şefkat duygusunu veriyorsa; bu normaldir.cünkü hayatımın hicbir yerinde şefkat gösterebileceğim bir insan yok..yook eğer o arzuysa oda öyle arzuyla istediğim bir kişi bile yok..özlemse, zaten çok kişi özlüyorum tatmadığım bir duygu değil ki..

  Yaşarken tadamadığım duygular bir yanımı eksik bırakıyor hep.mesela daima gündemimde üzülmek olmalı benim.hem alıştığımdan, hemde burda bahsettiğim gibi ihtiyacım olduğundan.ya da sevmeliyim hep günümün en kenarında kalmış olsa da sevdiğim birşey durmalı orda.mesela bugün lise hayatı boyunca tanımadığım ama konustukça tanımayı çok istediğim bir insanla sohbet etmeyi sevdim.

   O zaman biraz daha genişletmem lazım araştırmamı..o yazı bana hangi duyguyu tattırıyor.ne yani sadece süslü cümlelerden yazılmış, güzel dekore edilip, cekici dizilmiş diye bir yazıyı hayatımın her en caresiz anlarında açıp okuyamam.daha farklı birşeyler olmalı..

   Yaşamak isteyip yaşayamadığım birşey değil bu.elimde olan ama yaşamayı tercih etmediğim birşey.ihtiyac duymadığım değil, manasını üzerine oturtmakta yeterince olgunlaşamadığım birşey bu..

   "Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı." 



yazının en sevdiğim kısmı bu.Belki de burasıyla alakalı birşeydir.meret o kadar güzel yazılmış ki ilk bakışta bunu kim tekrar tekrar okumak istemez ki denebilinir.ama değil.bu şiiri okuma nedenim çok daha farklı benim..


  Kim olduğumu hep düşünmüşümdür.ellerim neden sıcak hala.yoksa masumiyetin ölümüne şahit olan ama kabullenemeyen hıyarın tekimiyim.ben nerdeyim hayatın neresinde kök salıcam..


 Bu yazıyı tekrar tekrar okumamın nedeni su iki cümlede
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı. 

hangisi olduğuma karar verememektir. 
yaka yaka aydınlatıp küçülen mi yoksa yana yana anlayıp büyüyen mi.

 Bu sorunun cevabı eger bu yazının içinde bir yerlerdeyse ve bunu görebilen varsa lütfen bana söylesin.çünkü ben şuan bunu göremiyorum.yarında, sonraki günde, uzun bir zamanda göremeyeceğim. 
Biri söylesin lütfen, mümkünse otoriter biri olsun..

3 Eylül 2011 Cumartesi

Özlediğimi en çok uyurken anlıyorum çünkü..

         Eski dükkanın ordaydım.Yıllardır görmediğim üç beş dükkan arasına sıkışmış,bir yanında sonradan pideci olan bijuteri, diğer yanında artan zamanlarında dükkanı oğluna bırakıp minibüsçülük yapan kasap, ve bizim dükkan...sıkıntıdan bisküvi ve keklerin yerlerini defalarca değiştirdiğim, büyük aynalı bir vitrini olan, en üst rafında içkileri dizmek için hazırlanmış ve ışıklandırılmış bölüm.sırf orayı düzenlemeyi hayal ettiğim için sürekli baskı yapardım değişik şişeleri güzel ve çekici içkiler alalım diye.birde sigara rafı vardı.en sevdiğim kısım.paketler geometrik oldugundan düzenlemesi en güzel kısım orasıydı.bir renklerine  göre dizerdim sonra bir anda karar değiştirip fiyatlarına göre.her gelen müşteri için sigaranın nerde olduğunu aramak zorunda kalırdık.ama yinede hiç fırça yemezdim.O dükkan gideli yıllar oldu, içinde çocukluk anılarımın geçtiği, en değişik ve en güzel anılarımın olduğu dükkan.aklıma gelen birkaç anektodtan biride şu kuruyemiş dolabının arka kısmında tozdan tuşları gözükmeyen ufak bir televizyon vardı.genellikle kral tv acıktı.karsısında bir sandalye popo kısmı içine göçmüş.solunda ise alınan bütün gazetelerin toplandığı bir bölme vardı.ben şok gazetesindeki kadın resimlerini kesip saklar eve dönerken yanıma alırdım.ama şimdi düşününce farkediyorum.kestiğim gazeteler yine aynı yerde kalıyor ve sonradan farkediliyordu.neyse dedim ya dükkan gideli yıllar oldu.uzak olduğu için hiç adım atmadım o caddeye bir daha.görmedim gitmedim..sonra birgün bir rüya gördüm, yarımyamalak hatırlıyorum, şimdi burda biraz ondan bahsedicem..

            Bizim dükkanın ordaydım.kasaya gidiyorum.henüz fiyatını bilmediğim malları kafamdan fiyatlar uydurarak satıyorum her gelene. sonra sakalları beyaz, saçları dağınık, her halinden ben şarapçıyım diye bağıran bir amca benden monte carlo istiyor.dönüp onu arıyorum, bulamıyorum.suratımda büyük bir pişmanlık ve sanki nasıl unuturum ben bu işi dermişcesine bir bakışla adamdan özür diliyorum.adam dönüp gidiyor.sonra kasanın altında bir zarf buluyorum.üzerinde türkselin amblemi var, içinde ise bir yerlere ödenmesi gerektiğini sandığım para.ama ödenmesi gerekmiyor, o an öyle hissediyorum.dükkan küçük, dükkan pis o halde..sonra 3 kişi geliyor.1i kız 2si erkek.müşterinin gelmemesi gereken yere benm yanıma gelip arkamdan geçip, o televizyonun olduğu yere geçiyorlar.bir anda o kuruyemiş dolabı bir kasa oluyor.saçları dalgalı, cılız ve yaşadığı ufak hayattan mutlu olan bir çocuk bağıra bağıra mal satıyor.bir anda anlamıyorum.benim satmam gerekirken o satıyor.önğm kapalı yanına gidemiyorum.diğer iki kişi ise neşeli çocugun arkasında rahat tekli koltuklarına oturmuş, sigaralarını yakmışlar biri gitar çalıyor, diğeri şarkı söylüyor.dükkan bir anda insan dolmaya başlıyor.ben ise sessiz, ben ise durgun ve kıskanç.o an kıskanıyorum.benim yapmam, benim olmam gereken yerdeler.ben bu dükkanı idare etmeyi becerebilmeliydim.bunu hissettiğimi hatırlıyorum.sonra zarfı cebime koyup dükkanın önüne çıkıyorum..beyaz sakallı amca, şarapçı olan, monte carlodan mahrum bıraktığım beni yanına çağırıyor.gel kardeşim içelim diyor.gidiyorum dükkan boş, güvenmediğim tanımadığım bir çok insan benm büyüdüğüm, benim en sevfiğim adamın yerindeler.dönüp bakmıyorum.birşey çalarlar mı, yerler mi, içerler mi.sadece içiyorum.o amcayla içerken uyandım.küçük ve çift kişilik çarşafıyla sanki büyükmüş gibi duran yatagımdan fırladım.hemen yanıbaşımda sıcaktan travma geçiren bilgisayarımın fan sesi sanki bana bütün rüyayı unutturmak istermiş gibi uğulduyordu.bir hamlede kapadım bilgisayarı.rüyalara alışık olmadığım için, hatırlamaya çalışmak aklıma dahi gelmedi.sadece şunu düşündüm.bende hisli adamım.bende hissediyorum..


       Rüya... tek kişilik büyük kavgamda arada başıma gelen enstantanelerin ağababası.aşkım,beyaz sakallı amca, eric cartman..güzeller, keşke daha sık görebilsem..özlediğimi en çok uyurken anlıyorum çünkü..

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir Yalanla..

   Küçük hikayelerim oluyor benim.büyük kırgınlıklardanda gelmiş değiller.başı bilinen ama sonu bir türlü gelmeyen o anlamsız hayaller gibi değiller.yaşanmışlıklardan, tecrübeden hatta de ki çok bilmişlikten..acıdanda değil, mutsuzluktan içine kocaman bi dert düşmüş yalanlardan değiller.ben hiçbirinden ibaret değilim.küçük hikayelerden bir araya gelmiş kocaman bişeyim.adım yok benim.ne yaparım, ne yapabilme, ne kadar ileri gidebilme kapasitesine sahibim onu bile bilmem.yaşarım, küçük hikayeler.öyle ansız anlarda öyle güzel girer hayatımın içine.kiminde sen olur baş kahraman, kiminde ben, kiminde yaşlı bir teyze..
   Küçük hikayelerin adamı olmakta bir marifet.cümlenin içinde küçük geçtiğine aldanmazsan,  aslında olduğundan  daha küçük hikayelerin adamı olmayı istersin.ne me hacet kime gelmiş ki öylesine bir şans, sıradan bir insan olarak yaşadığım şu hayatta benim küçücük hikayelerin adamı olmam.küçüldükçe, küçülmek istersin aslında birazda yalnızlaştıkça yalnızlaşırsın gibi, yada içindekileri,  ilk hissettiğin bütün o saf duyguları öldürdükçe, öldürmek istersin.birini yaptın mı diğerleri gelir arkasından ve küçüldükçe, küçülmek..küçücük hikayelerin adamı olmak istersin.ister başrolunde sen, ister ben, ister o yaşlı teyze..
   Sebebi  yoktur bu sevmeler içinden geçip giden her sevmeler gibi değildir.içinden geçip giden avunmalar, kuruntular, gururlar..her gitmeler gibi değildir, bu gitmeler.hikayenin küçücük, hikayenin oldugundanda küçük bir yerinde gitmen, diğer hiçbir gitmen gibi değildir.yalnızlaştıkça, yalnızlaşmak istersin.gittikçe yalnızlaşırsın.ve hikayenin o küçük yerinde yalnız kalmanın ha senin, ha benim, ha o yaşlı teyzenin yalnız kalmasının aslında aynı şey olduğunu bilirsin.
   Böylede gururluyum aslında, sana diğer herşey gibi değil derim.tutarım bir ucundan her duygunun.yakasını bırakmam, yapışırım.gerçekliği kaybedersem eğer, ne o küçük hikayeler bana beni hissettirebilir, ne daha da küçültebilirim hikayelerimi..tutarım yaşarım, dogrusunu yanlışını hatasını düşünmeden, sırf hala aynı duyguları hissedebildiğimi göstermek için kendime.bir parçamın gerçekte, bir parçamın yalnız, bir parçamın ölüme dogru gittiğini göstermek için kendime.oysa kendi içimde bi senim, bi ben,  bi o yaşlı teyze..öyle kolay ki kandırmak kendimi, herkesin, herşeyin işaret ettiği gibi.senden daha kolay evet kandırmak kendmi.özlemlerime, sevdiklerime, alışkanlıklarıma, sana, bana, o yaşlı teyzeye herkese ihanet edebilmek öyle kolay ki,  küçük bir yalanla, oldugundan daha küçüğününde yetebileceği bir yalanla, belkide bir “seni seviyorum”la..

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Bugün Nostalji yaptım. Eski sokakları falan arşınladım..

   Uzun uzadıya bir sokak vardı önümde. Sağıma, soluma serpilmiş bir yanı esnaf kokan, diğer yanı insanı kendinden uzaklaştıran iticiliğiyle, eski ve pis bir girişe sahip üç beş dükkan vardı. Biri orta sınıf halkın temizlik duygusuna hitap eden berberdi, diğeri dışarıya kurduğu derma çatma tahtalarla elinde ki malların reklamını yapmaktan çok, insana zehirli birşeymiş gibi gelmesine neden olan bir marketti.türlü türlü meyve ve sebze vardı orda.Sokak tozunun üzerine düşüp parlayana kadar biriktiği bir market.İnsanı cezbetmekten çok, soğutuyordu bir şeftalinin yumuşaklığından, bir eriğin ekşiliğinden.Sağ tarafta bir dürümcü vardı.dışarıda oturan biri aile, diğeri iki arkadaş dürümlerini almış, topun atılıp iftar vaktinin gelmesini bekliyorlardı.Ben geçerken bana baktıklarında farketmiştim, ne kadar aç ve çaresiz olduklarını.Sonra bir kez daha dedim kendime iyi ki toruç tutmuyorum..
   Sokağın adı Okul sokaktı.İsminde ki bende çağrışan o ruhanilik, henüz bitmemiş camii'den kaynaklanıyordu büyük ihtimalle, ama orda olmasada büyülü bir ismi, büyülü bir yapısı vardı oranın.Camii sokağı pis gösteriyordu.etrafta tahtalar, çekilmiş setler ve demir yığınları, zaten onlarca arabanın park edilip, simetrik bir düzen oluşturduğu sokakta bu simetriyi sadece camii önünde, arabanın durması gereken yerde duran uzun demir çubuklar bozuyordu.Sokağın bir delisi vardı.Beyaz sakallı, masum yüzlü, çatık kaşlı, bastonuyla sanki seni bir darbede sakat bırakacağını hissettiren ama yaptığı tek şey anlaşılmaz cümleler kurup, küfür eden bir dede.Hep şaşırmıştım.Bu kadar muhafazakar bi sokakta bu amca nasıl yaşayabiliyordu.Sokak eğitimsizdi, sokak cahildi.hep yalan, kumpas kokuyordu.bunları hiç düşünmemiştim önceden.mutlu mesut güler yüzle geçer giderdim hep.

Sokagın ortasına doğru geldim..Sağ tarafta ki binanın en alt katında, iki penceresi, bir kapısı olan, beyaz demir parmaklıklarla örtülmüş ve beş karış genişliginde bir bahçesi olan eve gözümü diktim.Ne günlerim geçmişti orda.
Orası bana hep yağmurdan kaçan insanların, sığınmak için bulduğu yerler gibi gelirdi.başımı yukarı kaldırırdm ve gökyüzünü göremezdim.

Balkon kapısı hala açıktı.Rüzgar perdeleri yine dövüyordu.ve o kadar acımasızdı ki perdeler sanki içeriyi gösterecekmiş gibi açılıp, ben hiçbirşey göremeden kapanıyordu.yine aynı duygu kaplamıştı beni.durdum ve seyrettim..Süzülüp içeri girmek istedim bir rüzgar gibi, beyaz demir parmaklıklar arasından, daha önce üzerine basılmaktan topuk kısmı ayakkabıya yapışmış eski ayakkabılara basmadan süzülmek istedim içeri..Özenle seçilmiş ve disiplinlice yerleştirilmiş eşyalardan benim için en özel olanına oturup bir dakikada olsa soluklanmak istedim, yanımda olan peluş file sarılıp üzerinde ki yazıları okuyup, hatıralarımı tekrar sağlamlaştırmak istedim.Sonra içeri geçip, kendisi salonun yarısı kadar olan, gördüğünde insanı dehşete düşürecekmiş gibi duran televizyonda alakasızca açılmış, ama o an dünyanın en güzel filminden bile daha güzel gelebilicek bir korku filmi izlemek istedim.sonra bir yemek molası vermek, ve birşeyler yemek istedim.mutfagın küçük ve içinden yıkanmış çamaşırların fışkırdığı balkonunda taburede yada masa üstünde oturup bir sigara içmek istedim, külünü küçük kareler şeklinde yapılmış demir parmaklıklardan atmaya çalışmak istedim.

Orda dikildim dakikalarca.İftar yaklaşıyordu..Eskiden sevdiğim herşey ordaydı.Uğruna bir dakika düşünmeden öleceğim, herşeyim oradaydı.üzdüklerimde, sevdiklerimde yanyana, içiçe, koyun koyuna uyumaktaydı.kafamı çevirdim ve yürümeye başladım.sanki biri beni görmüşte yanlış anlamasın gibi sokakta aylak aylak gezen, yaşını almış ama hala bir dala tutunamamış bir insan havasına büründüm.on adım sonra tekrar dönüp baktım."Ne güzel zamanlardı öyle." dedim.bir daha yaşanmayacağını bilip, bir daha yaşamak istememek byle birşeydi sanırım.5 dk m ayırdım sonuçta, bana yıllar gibi gelen beş dakika..


11agustos11 EgemenGurkan

13 Temmuz 2011 Çarşamba

 Leopold 'Butters' Stotch

"Nam-ı diğer "Butters". Saf ve diğer karakterler arasında en nadir küfür edenidir. Suç işlemese bile işlemediği suçları üzerine alabilir ve suçu işlediğine inanabilir. Anne ve babası bu durumdan çok çeker ve sürekli Butters'ı cezalandırır. Ayrıca sinirlendiğinde Profesör Kaos kostümünü giyer. Dizinin en saf karakterlerinden biridir. Örneğin Cartman onu dünyanın sonunun geldiğine inandırarak üç gün üç gece yapayalnız bir sığınakta tutmuştur.Yalnız kaldığı zamanlarda tempo tutarak 'Lu lu lu I got some apples' şarkısını söyler."

Vikipedi Butters hakkındaki yazısını kısa tutmuştur hatta birçok sitede Butters hakkında 3-5 satırı geçen yorumlar bulamazsınız ama bu yazıda Butters hakkında uzun, ilginç bir serüvene doğru yol alacağız.

   Butters saf bir karakterdir, çoğu zaman benim ikinci favori karakterim olan Cartman pezevengi tarafından kandırılır.Yapmak istemediği şeyler, biraz üstüne giderek yaptırılır, işlemediği suçları işlediğine inandırılır.Ailesi tarafından gereksiz cezalandırılır.ama Butters öyle bir karakterki kendi küçük dünyasında, neşeli, mutlu, dürüst ve kırılgandır.Forumlarda Kenny'den sonra en çok olunmak istenen karakterlerden biridir ayrıca Butters.

  Ayrı bir paragrafta Butters'ı seslendiren kişiliğe açmam gerekli "Matt Stone" Böyle güzel, tatlı bir ses var mı? Yapımcılarda bu sesin güzelliğinin farkındalar ki her fırsatını bulduklarında Butters'a şarkı söyletiyorlar.

  Şimdi kısaca Butters'ı tanıyalım.

Öncelikle Dizinin birçok sahnesinde Butters'ın mırıldandığı şarkının videosunu paylaşmak istiyorum.böylelikle sizde karakterimizi daha yazı başlamadan canlı görmüş olursunuz
.
                                          Lu,lu,Lu
                                          I got some apples
                                          Lu,lu,lu
                                          You you've got some too
                                          Lu,lu,lu
                                          Let's stay togheter
                                          Lu,lu,lu
                                          And
                                          Lu,lu,lu

  Bu kadar saf ve temiz bir çocuk olduğundan bahsettiğim Butters’ın bir de karanlık yüzü olan Professor Chaos (Profesör Kaos) var. Butters, gerçek hayatta kusamayacağı öfkesini Profesör Kaos karakterine bürünerek kusuyor. İnsanlardan intikamını kasabada kargaşa çıkararak alıyor.


   6ıncı sezonun 6ıncı bölümünde Kenny'nin ölümünden sonra gruba 4üncü olarak alınan Butters'tan memnun kalmayan Stan, Kyle ve Cartman, Cartman'ın kışkırtmalarıyla Butters'ı gruptan atmaya karar verir ve bunu ona söylerler.Buna sinirlenen Butters yeni bir kimliğe bürünür ve kasaba halkına korku ve kaos getirmek için 'Proffessor Chaos' olur.Sloganı ise "Where I Go, Destruction will follow" dur.

  



   Butters sınıfında bir kızla öpüşmeyen tek erkek olmaktan sıkılmıştır ve 5 dolar karşılığında bir kızdan ilk öpücüğünü alır.Bunu meslek haline dönüştürmeyi başaran Butters burdan para kazanıp, pezevenklik yapmaya başlar.Bu bölüm çok piç bir bölümdür.Bu bölümde Butters'ı "Do you know What ı am saying?" derken bulur ve tebessüm etmekten kendinizi alamazsınız.


  

 Şimdi de Butters'ın populer videolarıyla devam edelim.İlk video Cartman, Kyle ve Stan'le bara giden Butters'ın dans gösterisi olsun.

Şu tatlılığa bakın..

Şimdi de İnternet parası kazanmak için yaptıkları planda Butters bir klip yapar ve bu klip Youtube'ta 60 milyon kez izlenir.

                       



Bu yazının devamını daha sonra tamamlamayı düşünüyorum.çünkü daha anlatılacak ve gösterilecek çok şey var.İstesenizde istemesenizde size Butters'ı sevdiricem.

Sabrınız için Teşekkürler.