22 Eylül 2011 Perşembe

Coktan...

Yarını unutmuş, geçmişi çoktan..
Bugüne ağlamakla yada gülmekle başlamakta kararsız kalp, kendini unutmuş çoktan..
Bugüne aşık, kendine çoktan..
Geçmişe umut, yarına özlem duyabilecek kadar kafası karışmış bir beden, mora vurmuş çoktan..

eg

kayd

Gecelerin üstüne yazalım, kaç ölü ten bıraktığımızı,
Ya da yaşarken kaç rüya gördüğümüzü sayalım.
Kaç hayale umut bağladığımızı..oturup kaç köşede ağladığımızı
Yaşlanırken bir kere de yalanımızı hatırlamayalım, çocukken ki masumluğumuzu
bir kere de gidelim geçmişe, hatırlamaktan çok yaşayalım kahrolduğumuzu.
Evet son olmayalım ilki de seçmeyelim
dün gibi olmaktan çok, bugünde yaşamak için sonlandıralım geçmişi.
daha özlemeyelim gelmeyecek yarını.
gülmeyelim üzüntülere, ağlamayalım sevinçlere

18 Eylül 2011 Pazar

Bir Baska Sabah

bir başka sabah.üşüdüğüm doğru.
bir an olsun durup düşünmek istedim.
ellerim neden sıcak hala.
kendi güneşinin varlığına inanan insanlardanmıyım hala.
durup düşün egemen
neden konuşmuyorum kendimle
küstüğün kendin, barıştığın sen, barıştıranda ben aslında...

4 Eylül 2011 Pazar

Manasını üzerine oturtmakta yeterince olgunlaşamadığım bir şey

    Ne zaman kendimi çaresi hissetsem, birşeyler okumaya muhtaçmış gibi.. zorlanmadan, okudugumu hemen anlayayım diye, ya da defalarca zaten okuduğum şeyi anlamamın daha kolay olduğuna olan güvenimden açıp mum aleviyle oynayan kedinin öyküsünü okuyorum.ya da az önce seçenekler arasında saymadım ama, belki de bu yazı bana normal hayatta tadamadığım bir duygu tattırıyordur.mesela şefkat duygusu yada arzu.. ya da özlem..umarım ne dediğimi anlamışsınızdır.mum arzuyu, kedi şefkati, aralarında ki ilişki ise özlemi çağırıştırıyor bana.hangisi olursa olsun ben o yazıyı okuduktan sonra tatmin olmuş bir şekilde masadan kalkıyorum.o yazı eger bana şefkat duygusunu veriyorsa; bu normaldir.cünkü hayatımın hicbir yerinde şefkat gösterebileceğim bir insan yok..yook eğer o arzuysa oda öyle arzuyla istediğim bir kişi bile yok..özlemse, zaten çok kişi özlüyorum tatmadığım bir duygu değil ki..

  Yaşarken tadamadığım duygular bir yanımı eksik bırakıyor hep.mesela daima gündemimde üzülmek olmalı benim.hem alıştığımdan, hemde burda bahsettiğim gibi ihtiyacım olduğundan.ya da sevmeliyim hep günümün en kenarında kalmış olsa da sevdiğim birşey durmalı orda.mesela bugün lise hayatı boyunca tanımadığım ama konustukça tanımayı çok istediğim bir insanla sohbet etmeyi sevdim.

   O zaman biraz daha genişletmem lazım araştırmamı..o yazı bana hangi duyguyu tattırıyor.ne yani sadece süslü cümlelerden yazılmış, güzel dekore edilip, cekici dizilmiş diye bir yazıyı hayatımın her en caresiz anlarında açıp okuyamam.daha farklı birşeyler olmalı..

   Yaşamak isteyip yaşayamadığım birşey değil bu.elimde olan ama yaşamayı tercih etmediğim birşey.ihtiyac duymadığım değil, manasını üzerine oturtmakta yeterince olgunlaşamadığım birşey bu..

   "Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı." 



yazının en sevdiğim kısmı bu.Belki de burasıyla alakalı birşeydir.meret o kadar güzel yazılmış ki ilk bakışta bunu kim tekrar tekrar okumak istemez ki denebilinir.ama değil.bu şiiri okuma nedenim çok daha farklı benim..


  Kim olduğumu hep düşünmüşümdür.ellerim neden sıcak hala.yoksa masumiyetin ölümüne şahit olan ama kabullenemeyen hıyarın tekimiyim.ben nerdeyim hayatın neresinde kök salıcam..


 Bu yazıyı tekrar tekrar okumamın nedeni su iki cümlede
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı. 

hangisi olduğuma karar verememektir. 
yaka yaka aydınlatıp küçülen mi yoksa yana yana anlayıp büyüyen mi.

 Bu sorunun cevabı eger bu yazının içinde bir yerlerdeyse ve bunu görebilen varsa lütfen bana söylesin.çünkü ben şuan bunu göremiyorum.yarında, sonraki günde, uzun bir zamanda göremeyeceğim. 
Biri söylesin lütfen, mümkünse otoriter biri olsun..

3 Eylül 2011 Cumartesi

Özlediğimi en çok uyurken anlıyorum çünkü..

         Eski dükkanın ordaydım.Yıllardır görmediğim üç beş dükkan arasına sıkışmış,bir yanında sonradan pideci olan bijuteri, diğer yanında artan zamanlarında dükkanı oğluna bırakıp minibüsçülük yapan kasap, ve bizim dükkan...sıkıntıdan bisküvi ve keklerin yerlerini defalarca değiştirdiğim, büyük aynalı bir vitrini olan, en üst rafında içkileri dizmek için hazırlanmış ve ışıklandırılmış bölüm.sırf orayı düzenlemeyi hayal ettiğim için sürekli baskı yapardım değişik şişeleri güzel ve çekici içkiler alalım diye.birde sigara rafı vardı.en sevdiğim kısım.paketler geometrik oldugundan düzenlemesi en güzel kısım orasıydı.bir renklerine  göre dizerdim sonra bir anda karar değiştirip fiyatlarına göre.her gelen müşteri için sigaranın nerde olduğunu aramak zorunda kalırdık.ama yinede hiç fırça yemezdim.O dükkan gideli yıllar oldu, içinde çocukluk anılarımın geçtiği, en değişik ve en güzel anılarımın olduğu dükkan.aklıma gelen birkaç anektodtan biride şu kuruyemiş dolabının arka kısmında tozdan tuşları gözükmeyen ufak bir televizyon vardı.genellikle kral tv acıktı.karsısında bir sandalye popo kısmı içine göçmüş.solunda ise alınan bütün gazetelerin toplandığı bir bölme vardı.ben şok gazetesindeki kadın resimlerini kesip saklar eve dönerken yanıma alırdım.ama şimdi düşününce farkediyorum.kestiğim gazeteler yine aynı yerde kalıyor ve sonradan farkediliyordu.neyse dedim ya dükkan gideli yıllar oldu.uzak olduğu için hiç adım atmadım o caddeye bir daha.görmedim gitmedim..sonra birgün bir rüya gördüm, yarımyamalak hatırlıyorum, şimdi burda biraz ondan bahsedicem..

            Bizim dükkanın ordaydım.kasaya gidiyorum.henüz fiyatını bilmediğim malları kafamdan fiyatlar uydurarak satıyorum her gelene. sonra sakalları beyaz, saçları dağınık, her halinden ben şarapçıyım diye bağıran bir amca benden monte carlo istiyor.dönüp onu arıyorum, bulamıyorum.suratımda büyük bir pişmanlık ve sanki nasıl unuturum ben bu işi dermişcesine bir bakışla adamdan özür diliyorum.adam dönüp gidiyor.sonra kasanın altında bir zarf buluyorum.üzerinde türkselin amblemi var, içinde ise bir yerlere ödenmesi gerektiğini sandığım para.ama ödenmesi gerekmiyor, o an öyle hissediyorum.dükkan küçük, dükkan pis o halde..sonra 3 kişi geliyor.1i kız 2si erkek.müşterinin gelmemesi gereken yere benm yanıma gelip arkamdan geçip, o televizyonun olduğu yere geçiyorlar.bir anda o kuruyemiş dolabı bir kasa oluyor.saçları dalgalı, cılız ve yaşadığı ufak hayattan mutlu olan bir çocuk bağıra bağıra mal satıyor.bir anda anlamıyorum.benim satmam gerekirken o satıyor.önğm kapalı yanına gidemiyorum.diğer iki kişi ise neşeli çocugun arkasında rahat tekli koltuklarına oturmuş, sigaralarını yakmışlar biri gitar çalıyor, diğeri şarkı söylüyor.dükkan bir anda insan dolmaya başlıyor.ben ise sessiz, ben ise durgun ve kıskanç.o an kıskanıyorum.benim yapmam, benim olmam gereken yerdeler.ben bu dükkanı idare etmeyi becerebilmeliydim.bunu hissettiğimi hatırlıyorum.sonra zarfı cebime koyup dükkanın önüne çıkıyorum..beyaz sakallı amca, şarapçı olan, monte carlodan mahrum bıraktığım beni yanına çağırıyor.gel kardeşim içelim diyor.gidiyorum dükkan boş, güvenmediğim tanımadığım bir çok insan benm büyüdüğüm, benim en sevfiğim adamın yerindeler.dönüp bakmıyorum.birşey çalarlar mı, yerler mi, içerler mi.sadece içiyorum.o amcayla içerken uyandım.küçük ve çift kişilik çarşafıyla sanki büyükmüş gibi duran yatagımdan fırladım.hemen yanıbaşımda sıcaktan travma geçiren bilgisayarımın fan sesi sanki bana bütün rüyayı unutturmak istermiş gibi uğulduyordu.bir hamlede kapadım bilgisayarı.rüyalara alışık olmadığım için, hatırlamaya çalışmak aklıma dahi gelmedi.sadece şunu düşündüm.bende hisli adamım.bende hissediyorum..


       Rüya... tek kişilik büyük kavgamda arada başıma gelen enstantanelerin ağababası.aşkım,beyaz sakallı amca, eric cartman..güzeller, keşke daha sık görebilsem..özlediğimi en çok uyurken anlıyorum çünkü..